2 Kasım 2012 Cuma

Kambur- Şule Gürbüz

Cenaze yerine geldiğimde akşamüzeriydi. Cenazede müzik...Bir ölüye yapılacak tek şey. Ölen kim ise, onun yaşamının müziği cenazesinde çalınmalı diye düşündü. Çünkü insana doğumundan ölümüne dek bir müzik eşlik eder. Kimi insanların, hareketli ve neşeli; kimi insanların ise durgun ve ara sıra coşkun oluşu, kafalarındaki müziğe ister istemez uymak zorunda oluşlarındandır. Dengesiz bir yaşamda suç, o kimsenin müziğindedir -ne yapsın; tabii, bir yaptığı öbürüne uymaz. İşte bu uyuma uyumsuzluk denmesidir kötü olan. Müzikte bir dakika yaşamın bir yılına denk gelir. Kalın mi notası, palet olarak uzun süre çalınırsa,  insanın o yıllarda hiçbir şey yapamadan çakılıp kalması, işten bile değildir. Sola kısımlara geçildiğindeyse, insana bir hareket gelir; kimilerine bir kez kimilerine ise durmadan- ya da hiç. Cenazede bu müziği dinleyen, o insanın ağrılarını, kıpırdayamazlığını, nedensiz heyecan ve coşkularını anlayabilir; hiçbir şeyi gereksiz bulmaz. Nasıl yaşadığı ancak bu şekilde öğrenilebilir. Neden uzun ya da kısa yaşadığı da; müzik bittiğinde her şey biter çünkü. Nasıl öldüğümüz finalinde belli olur; sancılar ağır ağır tekrarlanarak mı, hiç biteceği yokken noktalanarak mı - en kötüsü bitip bitmediği belli olmadan mı...
İşte burada ne konuşma yapılır ne başka bir şey. Üst kata çalacak olan kimseler çıkar; alt katta dinleyiciler bulunur. Müzik bittiğinde kalabalık sessizce dağılır. Yorgunudur...herkes yorgundur bunca sözden sonra.


Söylediğim her şeyi savunuyorum mu demektir? Söylemek savunmanın bir biçimi mi? Oysa ben söylediğim her şeyi, yarı yarıya, hem savunmak hem de yerin dibine batırmak istiyorum. Söz aynaysa yansıtır yalnızca - hiçbir zaman kendisi değildir. İnsanlar bu aynaların düz mü eğri mi olduğuyla ilgilidirler; benimse aynaları kırmak, en büyük zevkim.


30 Şubat 1991, Perşembe, 23:40

İnsan ara sıra evini yakmalı - ve çıkıp seyretmeli